07 Nisan 2006

İade-i ziyaret, iade-i yazı

Ne zamandır (bir soru cümlesiyse de ve buradaki kullanımı bir soru
cümlesi değilse de soru cümlesiymiş gibi kabul edip cevaplamakta fayda var : Hayli zamandır!) , düşünerek, tartarak, hesap ederek yazmamıştım, daha doğru ifade ile yazmak zorunda kalmamıştım. Ta ki, iade-i ziyaret vaktimiz gelene kadar. (Bakınız, bu vesileyle bu güne kadar kendi blogumuzda yazdığımız yazıların neredeyse tamamının düşünülmeden, tartılmadan, hesaba kitaba tabi tutulmadan yazıldığını itiraf etmiş bulunuyoruz. Gerçi ben, en başından beri onların her biri için "kişisel ifrazatlarımdır" demiştim ama böyle bir itiraf, en azından benim için şimdi ve burada bir garip oldu: p )

Ben yazmaya… diye başlayan bir cümleye çok benzeyen daha başka bir cümle bilsem de o cümlenin de yeri ve zamanı şimdi ve burası olmadığından, "ben yazmaya ne zaman başladım" diye yine kendime sorup, kendime cevap vermek niyetindeyim. (Tevazua bakar mısınız, beyimiz lütuf buyurmuşçasına, misafir olduğu yerde, sanki bu güne kadar dişe dokunur şeyler yazmış da, onun hikâyesini anlatma gayreti içerisinde!)

Efendim ben yazmaya, tam olarak hatırlamasam da Haziran 2003'te, bildiğimiz kalem ve kâğıt kullanılmak suretiyle icra edilen eylemim olan günlük tutmak suretiyle başladım. Ve ilk sayfasına yazdığım şey, ne olursa olsun günlüğü ortadan kaldırmayacağım, yok etmeyeceğimdi.

Daha önceden de ufak tefek günlük tutma gayretlerim olmuş, ancak her biri çok kısa zaman sonra tarihe karışmıştı ve bu sefer öyle olsun istemiyordum. Günlüklerin tarihe karışmalarının çok de ciddiye alınır sebepleri yoktu. Ama yazmanın getirdiği bir sorumluluk vardır ve insanın yaşadıklarını, anladıklarını, gördüklerini, duyduklarını (bu liste uzar gider) unutmamasına yardımcı olan (belki de neden olan) etkendir yazmak ve günlüğün devam edip etmeyeceği sorusuna verilecek cevap (ki varsa böyle bir soru!), günlüğün üzerinizde "unutmama" kavramına, günlüğün nasıl bir etki edeceğine olan inancınız belirleyecektir.

Ben, hemen günlük maceralarımda günlüğün hep bir şeyleri hatırlatmaya neden olduğuna inandım ve bugün o yüzden bir günlüğüm yok.

Hatırladığım son günlüğümün başlangıcını İstanbul'da yazmıştım ve iki gün sonrasını memlekette devam ettirmiştim. Daha sonrasında ise memleketim, Ankara ve İstanbul'dan "gün"ler yer aldı. Bendeki günlük tutma azmi o dönemlerde öyle bir hâl almıştı ki, günlüğüm yanımda yoksa bile bir kâğıt parçasına (Ankara günleri özellikle), vapurda, otobüste, sınıfta defterin arkasına, kitapların kenarına ve bazen hafızanın bir köşesine not alıyordum. Sonra müsait bir anda günlüğe aktarıyor; yaşandığı anda zihinde zaten yeteri kadar yer eden anlar, bu vesilelerle iki defa, üç defa daha zihinde yer tutuyor, günlüğün ortadan kaldırılmasıyla da unutulmuyor…

"Yazmak sorumluluk ister" cümlesini, Taha Kıvanç'ın bir yazısında görmüştüm ve beni çok etkilemişti. O zamanlar tam anlamamıştım (ki yazmaya devam etmişim) ama sanırım şimdi şimdi kavramaya başladım. Yazmanın, unutmamaya karşı bir neden olduğunu yukarıda da belirtmiştik. Bir "neden" olan yazma, insana hatırlatıyor ve hatırlamak her zaman güzel olmayabiliyor. Bir defa, hatırladıkça, hak sınırlarını çiğniyoruz (bunda samimi olup olmadığım konusunda benim bile şüphelerim varken, sizin içinizden "hadi be" diyor oluşunuzu saygıyla karşılıyorum: p) Sonra hatırlamak, yeni bir şeylere karşı bir engel olarak önünüze çıkıyor; belki daha fazla düşünüp tartmanızı sağlıyor ama kaş yapayım derken göz çıkarmak, her defasında olduğu gibi burada da "farkında olmadan" gerçekleştirdiğimiz bir eylem olarak, hem de teşebbüs ya da niyet aşamasında değil, neticelenmiş bir halde karşımıza çıkıyor.

Artık yazmayı bırakmış, hatırlanmaya değmeyen şeyleri "unuttuğu" için mutlu olan, bunun yanında "unutulmaması gereken şeyler"i unutmaya da rıza göstermiş ve hepsinin yanında (sanki bedel ödüyormuşçasına) hayatını başkalarının günahlarını, yalanlarını, itiraflarını ve acılarını, bizzat kendi ağızlarından "yazmak"la kazanan biri olarak, lütfen yazın! Kaleminiz kuvvetli, yazdıklarınız unutulmaz, günlükleriniz neden değil vesile olsun.

(la mer'in notu : teşekkür eder bir gün çaya da bekleriz efenim.)

1 yorum:

mer dedi ki...

günlükler atılmamalı,yakılmamalı,imha edilmemeli diye düşünüyorum. ama hemen karşımda en yukarda ki dolapta bi kutu günlük var. taaa 1999 senesinden... atsan atılmaz satsan satılır mı ki ? :)